18 Nisan 2008 Cuma

Bir Zaman Muhasebesi


(Geçmişe dönük yaşamaktan bugüne ve yarına bakmayı unutanlara bir hatırlatma)

Yalnız, zamansız, sılasız, garip
, biçare, belki zavallı... Kimbilir yolda gördüğüm o selpak satan çocuğun, çöpleri karıştıran teyzenin ruhaniyatı benimkinden daha yaşanılır, daha basit ve alengirsiz... Bense asude hayatın peşinde koşan, bazen yorulan bazen koşmaktan vazgeçen hatta geriye bakıp keşke dönebilsem diye vaveyla eden, sonra Allah namına, Allah adına diyerek O'ndan gelen kuvvetle yeniden yeşeren bir seyr içinde yalpalanıp duruyorum...

Hayatın kendisi çok aceleci olduğu için, insanların an'ı yaşamalarını istiyor ve kendini dengede tutuyor, zaman kendi gibi hızlı davrananlara acımıyor ve sillesini indiriveriyor, kimine şefkat tokadı, kimine secir tokadı olarak inen bu ikaz akılları başlara getirsede, bazen geç kalınmış olabiliyor; çünkü zaman insanın aceleciliğini istemediği gibi, geç kalmayıda affetmiyor.'Dem bu dem'dir deyip doğru adımları atanlar, karlı adımlarıda atanlar oluveriyorlar...

Koskoca ömürler bazen harcanıyor ve su gibi kayıp gidiyor insanın ellerinden, zamanın içinden zamansızlığın kapısını kısa sürede olsa çalıp içeri girebilenler kendilerine gerekli ikazı yapabiliyorlar; ama onlar içinde 'geçmiş' ellerinden kayıp giden bir mazi olmaktan öte geçemiyor, bazen öyle adımlar atılmış, öyle yaralar açılmış oluyorki geri dönüşü olmayan...

Zavallı insan ''Böyle takdir etti ise Mevla boynumuz kıldan ince'' diyemeyip yakınırsa, zamansızlık kapısıda kapanıyor ona, oysa hayatına''şimdi bu an'ı ve bundan sonrasını yaşanılır kılmak zamanıdır, gayret'' diyebilen; acısına aldırmadan, yarasına tuz basa basa ezip geçiyor geçmişi ve 'Ne olursan ol yine gel' kapısında buluveriyor kendini, defalarca geri dönüyor ve yine aynı kapının eşiğine dayanıyor belki ;ama Tövbe! Aman! dediyse hulus-u kalp ve vicdan çektiyse beyaz bayrağını göndere zamansız zamanlarda; hür, ruşena ve salah an'larda meçhule doğru yollanıp gidiyor vesselam.....


13 Nisan 2008 Pazar

İÇİMDEKİ GEL-GİT


Birileri geliyor, birileri geçiyor gözümün önünden,bitmek bilmiyor gelenle giden..Gidene el sallıyorum, gelene sarılıp kokunu duymayı istiyorum..Giden senin heyecanınla, gelense zerre zerre ayrılık azabında...

İçimde ne çok gidip geliyorum sana onlarla her defasında.Gidenle yanıyorum, gelenle yanıyorum,yangınımla yeniden yeniden ayrılıp kavuşuyorum.

Her yangınımı bir seher yelinin boynuna dolayıp yolluyorum huzuruna...Seher yeli üzgün, kırgın, perişan dönüyor Ya Rasulallah...GEL! haberini veremedi bu aciz sevdalına...


Gelenlerin gözlerinde arıyorum seni,gidenlerin sana susamış gönüllerinde...

Gelenlerin siması senin güneşinle boyanmış,gidenler o boyaya boyanma sevdasında.

Ravza'nı görmüş gözler,senin toprağına bulanmış bedenler, sana yüz sürmüş dualar getiriyor Sen'den gelenler...


Sana okunmuş yasinler, Sana adanmış hatimler, seni anmış salavatlar götürüyor gidenler...



Birileri geliyor birileri gidiyor gönlümden; gidenlerle Sana geliyorum, gelenlerde Seni arıyorum ve yine bir seher yeline sarıp sevdamı Sana yolluyorum...



Gelenlerin yangınıyla coşuyor yüreğim,gidenlerin heyecanıyla ve sinemi çatlatırcasına deli çarpıyor velhasıl gönlümde dayanmıyor bu geliş gidişlere Ya Rasulallah...




Biçareyim, yorgunum, yoksunum...Kimsesizliğimin çaresi Sensin Rasulüm.....

.....




11 Nisan 2008 Cuma

Hayy'dan Huu'ya Giderken (İLK PERDE)

Bloğun ilk yazısı ne olsun diye düşündüm günlerce,bir sürü şey kurguladım durdum.Sevdiğimiz bir büyüğümüzü kaybetmemizin bana ilk ilhamımı vereceğini ve ilk yazımın da başlı başına bir başlangıç konusunda olacağını hiç düşünmemiştim...Blogumun başlangıç yazısı ve ölüm denilen diğer başlangıç bir araya gelince bana sadece kalemden dökülenleri buraya aktarmak kaldı...Böylece Hayy'dan Huu'ya gitmenin anlamı çıkıverdi ortaya..........

İLK PERDE
Perdelerin sonsızluğa açıldığı ve bedenden geriye yalnızca son nefesimizin kaldığı an..Onu da dünya ya terkedip cismimizle birlikte sahnenin ahirete açılan perdesinden adımımızı attığımız ilk adımın adı:???
Buz kadar sıcak, ateş kadar soğuk bir kelime...
Günde beş vakit duyduğunuz ezanın bir gün musallada sizin üzerinize okunmasının adı: ÖLÜM
Camii avlusundan adım atan 'dost'larınızın başucunuzda gözyaşlarını vefa borcu babında bırakıp az öteye çekildiğinde sizin derin sükutunuza ortak olacak kadar bile sabredemeden 'hava'dan 'su'dan yapılan konuşmaların adı: ÖLÜM
Bilmeyenlerin,düşünmeyenlerin, akledemeyenlerin koyduğu isim nam-ı diğer: ÖLÜM
Doğumun sonu, hayatın, zevklerin, eğlencenin sonu, sonların sonu: ÖLÜM
Toprağın altına girmek, öteki 'dünya'ya göçmek, mirası evlada devretmek: ÖLÜM

Ölüm bir ÖLÜM mü?
Ölüm bir DÜĞÜN mü?


Hasretin, iştiyakın nihayeti düğün (şeb-i aruz)...Mekansız mekanda, zamansız zamanda bir vuslat. Aşkın son zerresi, kapalı perdelerin son sahnesi...
Rabb'e ve En Sevgiliye müştak gönüllerin kavrulmuşluğuna sunulan kevser...

Kelimelerin tükendiği, adını koymaya harflerin bir araya gelmekten haya ettiği yerin adı: DÜĞÜN
Sizi bilen ve anlayabilenlerin musallada değil,
yanıbaşlarında durduğunuzu sezebilen gönüllerin ışığı: DÜĞÜN
Selalar öldü?! diye haber saldığında ''İnna lillahi ve inna ileyhi raciun'' demeyi bilen
Rabb'e dönük simaların aynası:DÜĞÜN
Ardınızdan Hamd-ü Sena edip ''Rabb'im Sana Kavuştu'' diyerek
vuslatınızı kutlayan dost sözünün, kalp gözünün adı: DÜĞÜN

HAYY'dan HUU'ya Gidebilmek...

Ölümün adı ÖLÜM mü?
Ölümün adı DÜĞÜN mü?


Sizin ölümünüzün adı ne?