11 Ocak 2010 Pazartesi

SEMA RİTÜELLERİNE BİR BAKIŞ

Sema,Allah'ın sonsuzluğuna teslim oluştur...



Kur'an'ın manasının musikisini dinlemeye, dinlerken de vecde gelerek coşkuyla raks etmeye ve dönmeye Sema denir.

Sema eden derviş kendi gönlünün etrafında dönerek kötü duygulardan arınır; çünkü dönen cisim . Kendinden olmayan şeyleri dışarıya fırlatır. Bunun anlamı da kalbe küfrü sokmayaycaksın, girmişse de atacaksın demektir.

Sema kainatın oluşumunu, insanın alemde dirilişini Yüce Yaratıcıya olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip ''insan-ı kamil''e doğru yönelişini ifade eder.

Benliğinden ölü olan Mevlevi dervişinin başındaki sikkesi mezar taşı, giydiği tennuresi kefeni, sırtındaki hırkası kabridir.
Semahane ise kainattır, sağ tarafı görünen ve bilinen madde alemi, sol taraf mana alemidir.

Abdestlerini alan semazenler, canlar, baş keserek semahaneye girerler, kıdemlerine göre kenarlarda dizilerek yerlerini alırlar. En kıdemli yer, şeyhin postuna en yakın olan yerdir.

Post, Allah'ın kamil insandaki tecellisinin maddi ifadesidir. Şeyhin postu kızıl renkte olur. Güneş gurub ederken kızıl renge büründüğü ve Hz. Mevlana da güneşin gurub ettiği sıralarda Hakk'a vasıl olduğu için kızıl renk 'vuslat rengi' olarak benimsenmiştir. Ölümün ahirete doğuş ve ahiret gerçeği ile bir araya geliş inancıyla da kızıl renk, ayrıca huzur ve tecelli rengi sayılmıştır.



Sema, Naat-i Şerif'le başlar. Naathan, naati ayakta ve sazsız okur, bu edebi anlatır. Naati, kudüm ve darbları izler. bu yüce yaratıcının kainata 'ol' emridir. islam inanışına göre Allah, insanın önce cansız bedenini yaratmış, sonra ona kendi ruhundan üfleyerek diriltmiştir. Naatten sonra yapılan ney taksimi işte bu ilahi nefesi temsil eder.

Taksimden sonra peşrevin başlaması ile şeyh efendi ve semazenler, sema meydanında sağdan sola doğru (dünyadan ahirete) dairevi bir yürüyüşle başlarlar. sema maydanını üç kez dolaşmaktan ibaret olan bu yürüyüşe 'Devr-i Veledi' denir. Bu esnada semazenler, postun önünde birbirlerinin yüzüne bakıp başkestikleri ve birbirlerini saygıyla selamladıkları için Mevlevi ayini Mukabele kelimesi ile anılmıştır.
Semazenlerin birbirlerine üç kere selam vererek, bir peşrevle dairevi yürüyüşüne de 'Sultan Veled Devri' denilir ki; şeyh ve bütün semazenler içlerinden 'Allah' diyerek, kalkarlar. Devr-i Veledi'ye başlamak üzere bu kalkış ölümden önce sur sesiyle dirilmeye, benlikten sıyrıldıktan sonra 'Gerçek Varlık'ta hayat bulmaya yönelmenin simgesidir.

Sema meydanının sağ tarafından post hizasına gelen semazen, Hatt-ı İstiva'ya basmadan ve posta sırt çevirmeden dönerek karşıya geçer.Böylece arkasından gelen semazenle karşı karşıya gelir.Bir an göz göze gelen iki derviş, aynı anda öne doğru eğilerek birbirlerine başkeserler. Buna Mukabele denir.Hatt-ı İstivanın, Mutlak Varlık Alemi'ni simgeleyen bu noktasında yapılan niyazla Rabb'in insandaki zuhuru takdis edilmiş olur.Üçüncü devrin sonunda şeyh efendinin posttaki yerini almasıyla Devr-i Veledi tamamlanır.



Kudümzenbaşının Devr-i Veledi'nin bittiğini ikaz eden vuruşları ile neyzenbaşı kısa bir taksim yapar ve ayin çalınmaya başlar.Semazen üzerindeki siyah hırkayı (yokluk) çıkararak, sembolik olarak hakikate doğar, kollarını bağlayarak bir rakamını temsil eder. Böylece Allah'ın birliğine şehadet eder. Semazenler şeyhin elini öperek izin alırlar ve samaa başlarlar.

Sema her birine 'Selam' adı verilen dört bölümden oluşur.Selamın manası ise insanın kendi kulluğunu idrak etmesidir. 1. Selam; Allah'ın kudreti karşısında hayranlık duymayı, 2. Selam; bu hayranlık duygusunun aşka dönüşmesini, 3. Selam; kulluğa dönüşü, 4. Selam ise; Allah'ın manasını haissettikten sonra bu manayı Kur'an gibi sırlar içinde halka anlatabilmektir.

4.Selam'ın başlaması ile şeyh efendi de hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan semaa girer.Postundan sema meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek postuna gider. Buna 'Post Semaı' denir. Burası Mevlana'nın ve onun yolunu temsil eden kişinin makamıdır.Mürşidin semaya katılışı kulluğa dönüşü temsil eder. Burada 4. Selam bitmiş, Son Peşrev ve Son Yürüksemai çalınmış, son taksim yapılmaktadır.Şeyhin posttaki yerini almasıyla Son Taksim biter ve Kur'an-ı Kerim'den bir bölüm okunur. Son dualar, Allah'ın adı olan 'HU' nidaları ile son selamlaşmalarla Sema Töreni sona erer.
Sema bir raks değildir; öyle bir haldir ki insan o halde kendi varlığından geçer.

15 Aralık 2009 Salı

RÜ'YETULLAH CENNETİM, NEFSİM CEHENNEMİM


Cennet cennet dedikleri birkaç melek birkaç huri,
İsteyene ver sen onu, bana seni gerek seni...(Yunus Emre)

Ya Rabbim! vücudumu öyle büyütki cehennemi ben doldurayım, başka kimse girmesin
(Hz Ebubekir)

Milletimin imanını selamette görürsem cehennem alevlerinde yanmaya razıyım, bedenim yanarken gönlüm gül gülistan olur, eğer milletimin imanını selamette görmezsem cenneti de istemem...(Said Nursi)

Bu yüce gönüllü insanlar cenneti ya da cehennemi görmüşlermiydi acaba bu sözleri söylemeden önce??? Yoksa insan-ı kamil makamı dedikleri buydu da bizmi fehmedemeyip ciltler dolusu kitaplar yazmaya çalıştık yıllarca...

Dehşeti tahayyül edildiğinde insanı ürperten cehenneme(1) girme arzusu nasıl dua olup arş-ı ala'ya yükselir?

Her zaman kendi için en mükemmeli isteyen insan nasıl cennet gibi bir nimetten vazgeçebilir?

Kamil imanın verdiği kuvveti hiçbir güç insana kazandırmıyor ve insan tüm acziyetine rağmen dehşetli bir azabı bile göğüslemeye istekli olacak kadar cüretkar olabiliyor. İmandaki sadakat ve Allah'a duyulan aşk vuslat bulunca kulda; gözüne, gönlüne Rabb'inden başkası görünmüyor..

Cennet(2) hiçkimsenin 'hayır' diyemeyeceği kadar mükemmel bir teklif; ama aşkın boyasıyla boyanmış bir kul gözünü en mükemmele dikiyor, gönlü O'na meylediyor ve biliyorki cennet (vaadedilen) böyle güzelse onu yaratan cennettende güzel..

Bu insanlar Rabb'lerini bulmuşlar, kendilerini bilmişler. Onlar için cehennem azabı Hz. İbrahim'i yakacağı sanılan ateş misali, cennet ise arkalarına bakmadan yüz çevrilecek bir Züleyha...

İnsan-ı kamillerin sözlerinden anladığım kadarıyla; cehennem insanın nefsidir, hepimiz cehennemi içimizde taşıyoruz her an ve onun isteklerini yerine getirerek biraz daha alevlendiriyoruz.

Cennet ise insanın imanıdır, özünde bulduğu Rabb'i, erittiği benliğidir ve tüm lezzetleri geride bırakacak olan Rü'yetullah iştiyakıdır.

(1)
Onlara cehennemde ateşten bir yatak, üstlerine de (ateşten) örtüler vardır. Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız.(Araf 41)

Cehennemdekiler, cennettekilere: "Bize biraz su akıtın veya Allah'ın size verdiği rızıktan bize de verin." diye seslenirler. Cennettekiler de: "Allah, bunların ikisini de kâfirlere haram kıldı." derler.(Araf 50)

O gün o altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak (onlara): "İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi şimdi tadın bakalım şu biriktirdiğiniz şeyin tadını!" denilecek.(Tevbe 35)

Ve de ki: O hak Rabbimizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Çünkü biz zalimler için öyle bir ateş hazırlamışız ki, duvarları, çepeçevre onları içine alacaktır. Eğer feryad edip yardım isteseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. O ne kötü bir içecek ve ne kötü bir dayanma yeri!(Kehf 29)

(2)
İman edip salih ameller işleyenlere gelince, onlar için Firdevs cennetleri konak olmuştur.
İçlerinde ebedî olarak kalacaklar, oradan hiç ayrılmak istemeyeceklerdir.(Kehf107)

Size Allah'ın açık açık âyetlerini okuyan bir elçi (gönderdi) ki inanıp faydalı işler yapanları, karanlıklardan aydınlığa çıkarsın. Kim Allah'a inanır ve yararlı iş yaparsa (Allah) onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. Allah ona gerçekten ne güzel rızık vermiştir.(Talak 11)

Bütün kapıları kendilerine açılmış olan Adn cennetleri vardır.

İçlerine kurularak orada birçok yemişle, bambaşka bir içki isteyeceklerdir.(Sad50/51)

4 Haziran 2009 Perşembe

Amentü billah ALLAH'ım

Gelip geçmiş bunca zaman defalarca kez Amentü okudum. Her önüme çıkan, ezberle yahut oku dedi. Bende itaatkarane söz dinledim. Kimse karşıma çıkıpta 'nedir bu Amentü bilir misin?' demedi. Kimse anlayıpta anlatamadı bana bu hakikati. Manasında gördüm ki; ilk basamak Allah'a iman. Evet, ne muazzam bir diziliş ki; bu basamağı geçmeden meleklere, kitaplara....... imanın esrarını çözmek imkansız. Bu kapıyı aralamadan diğerlerini açmaya çalışmak koca bir hayal...
Halbuki ne güzel alıştırdılar taklit ve tatbik ettirdiler, al bilgi budur,bil ve öğren dediler. Şartsız kabul ettim; çünkü Allah'ı 'bileceğim'in yolu budur zannettim; ama kimse Muhsin bir kalple O'nu sevmem gerektiğini öğretmedi.
Niçin saklandı bu bilgi?Neden Amentü'yü ezberletenler O'nun her anımda beni işittiğini, her halimi bildiğini, O'na yöneldiğimde beni dinlediğini Amentü billahi derken söylemedi ve koskoca yıllarım böyle salt bir bilgi arasında debelendi.
O'nu görüyormuşcasına inanmayı karşıma çıkan kimselerde mi bilmedi ya da benden mi gizledi, bilmiyorum; ama artık Allah'ın bana bir çarpım tablosu şablonu edasıyla öğretilmesinden sıkıldım.
Çünkü; bundan fayda bulmak yerine zayiata uğradım...
Çünkü;Sen'i köşede bekleyen, aklıma gelirse, zor anlarımda ya da birşeyin olmasını istediğimde hatırladığım bir kudret olarak gördüm!
Evet, akıl ve mantığım ardı ardına Haşa! diyor binlerce kez. Haşa bu ne biçim benzetme. Çığlıklar, zılgıtlar kopuyor içimde, kalemime isyan ediyor bu ses Haşa! diye, inliyor kendini bilmez bu kulunun tüm hücreleri Haşa!.....
Şimdi sana soruyorum Haşa diye inleyen ses:

NEDEN?

Yıllarca bunu yapmaktan geri durmazken haşa demedin de şimdi bunları dile dökünce sıkıldın? Naif gördüğün yaratılmış bir güzelliğe bakarken bile '' aa ne kadar güzel'' dedin de dilini bir türlü alıştıramadın '' Rabb'im ne güzel yaratmışsın'' demeye. Şimdi mi geldi haşa demek aklına?
Ne gariptir ki; kalıp gibi Amentü öğretenler sana bu sözü Rabb'im ne güzel yaratmışsın) diline yerleştirme güzelliğini bile kazandıramadılar kaldı ki; kalbine (samimiyetle) yerleşsin...
Ey aklım ve az önce haşa diye inleyen tüm azalarım! Hal dilinizle isyana nasıl kolay alışmışsınız. Şimdi bu sükutunuz neden? Zor değil mi bir gerçeğin sillesini yemek? Ah bu tokatı öyle şiddetli atabilseydim de izini çıkarabilseydim zerrelerimde. Böyle çabuk ve kolay kılıflar uydurmasaydım nefsimin oyunlarını oynarken.
Rabb'im ne çok şey var kimbilir Sana dair anlayabilmem gereken. Kimbilir daha ne çok kez mahcubiyetim kendime yönelttiğim bir öfke tufanına dönüşecek? Bu aciz aklım anlayabilseydi 'sonsuzluğu' , ''yok Allah'ın ilmini öğrenmenin sonu'' derdim elbet, lakin bunu da diyecek yüzüm yok. Halim Sana ayan Rabb'im, kalpleri çeviren Sen'sin, Sana döndür kıblemi...

19 Mayıs 2009 Salı

BEN'DEKİ SEN


Yalnız içimde misin ya da yalnız benim içimde misin? Nurunla tecellinin emaresi bu cismaniyet, bu alem, bu kainat zerre zerre Sen değil mi? Bende bir ''ene'l Hakk'' değil miyim, ben Sen değil miyim? Ben diye birşeyim bile yok yalnızca Sen'im, Sen'inim...

Senden esmiş bir bahar meltemiyim. Neden nurunla insana bürüdün beni? Bu bir kıymet, bir değer mi? Neden bu ağır yük omuzlarımda? Bir taştan farkım yoksa (tecellinden olduysak her ikimizde) neden bir taş kadar Sen'liğimi bulamadım hala...

Zamanım yok, bu kılıfı ne zaman ayıracaksın ruhumdan bilmiyorum, taşıp taşıp coşuyorum sonra kuruyup çöle dönüyorum. Yoruluyorum... Kalkıp yeniden düşüyorum. Sen'den bir suretim ama yine Sen'i arıyorum, bulup bulup yine kaybediyorum. Alem içinde alemsin ama her alemini çözemiyorum...

Yorgunum. Zaman dediğim suret içinde akıp gidiyorum. Sen'i taşımak ne ağır bir yük, bu yükle Sen'i aramak, dönüp dönüp Sana çıkmak...

Suretimden vazgeçip Sen'inle hemhal olmaya müştakım.

Tecelligah edindiğin bir başka suretin gönlüyle,(Sen'inle) yardımını bekliyorum...

4 Ocak 2009 Pazar

Yeni Bir Yenilgi Daha...




Ah, bu yolumdaki çakıl taşları!

Damla damla biriktirmeye çalıştığım sabrımı, tahammülümü yine bir anda boca edip harcayıverdim. Şimdi yine elimde kalan bir hiç deryası...

Beni Celalinden mi yarattın ya Rabb'im, bu benim fıtratım mı yoksa nefsimin ustaca yazdığı bir senaryonun artisti miyim?

Belki hala sürdürüyorum bu oyunu, belki hala hatamı anlamadım ki içimdeki ses susmuyor:
Sükutumdaki yalnızlığı, isyanı, takatsizliği nasıl görmez ve beni zorla isyana sürüklersin? Nasıl bu kadar bencil davranır, kendi isteklerinin benim için bazen çekilmez olduğunu nasıl görmezsin daha da ötesi bunu ifade ettiğim imaları nasıl anlamazsın?.....ve daha bir sürü boş lakırdı...
Ah Rabb'im nasıl geçemiyorum ben insanlardan, neden hala Sana ulaşamıyorum, 'sebep'lerin arkasını bildiğim halde neden idrakim bu kadar aciz ve bu idrakimin fevkindeki külli iradeni görmekte kör gözlerim neden sadece gafletime açılıyor?

Aynı beden ve aynı cismim nasıl bazen bir akrep olup susuyor, bir kabus olup haykırıyor ve bir güvercin olup ağlıyor,canı yanıyor??? Nasıl hepsi birden olabiliyorum ve nefsim nasıl böyle binbir renge sahip?
Tüm renklerimden utanıyorum Allah'ım Sen'in boyana boyanmak vuslatı ne zaman nasip olacak?
Ah bu yolumdaki çakıl taşları...

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Receb'in ''kandil''i Regaib



Receb ayının incisidir Regaib...

Allah (c.c)'ın kullarına merhametinin ve sevgisinin resmedildiği bir tablo daha...

İlla af ve mağfiret etmek, yüceltmek ve temizlemek istiyor kullarını;bunun içinde adeta vesileler zinciri kuruyor mübarek gece ve aylardan...

Eda etmeye çalışanlar izzet ve ikramla mukabele bulacak elbet, zerre miktarı gayreti bile ihlasla yapana idrakin almadığı ve değerini kendisinin belirlediği, ecrini kendisinin verdiği bir rahmet seli ile cevap verecek Kudret-i İlahi...

Gönlü kırık, boynu bükük sevdalı ruhlar yükselecek dua dua arş-ı ala'ya.
Semaya açılmış nice eller hürmetine bir sekinet inecek kainata ve sekinetin çığlığı yankılanacak yedi semada; yer, gök, alem ve insan hep bir ağızdan Birliğini ezkar edip fısıldayacak:
Allah Allah Allah Allah!!!!

Lisan-ı hal ile lütfedip kulunun kalbine: Buyur kulum dediğinde, ben bu hali nefis perdelerimle kapattığım ruhumda sezemesem de, o vaktin ve nidanın hürmetine yalnızca ''bir kandil de ruhuma yak'' diye niyaz ediyorum Ya Rabbi!!!
(Alem-i İslam'a geceyi ihya etmek nasip etsin Rabb'im)

26 Haziran 2008 Perşembe

Şükrün Süheyb'i Sabrın Hifa'sı


Medine'nin kadınları hem güleryüzlü, hem de güzeldirler. Ancak Hifa Hatun başka güzeldir ve bambaşka gülümser. Öylesine sıcakkanlı ve öylesine samimidir ki kadınlar onu canları gibi severler. Oğlu, abisi, erkek kardeşi olanlar akraba olmaya kalkar, hatta bazıları beylerine ister. Onu ciddi ciddi sıkıştırır, araya hatırlıları koyup, izdivaç teklif ederler.
Hifa Hatun'un methi hızla yayılır ve çoook uzaklara gider. Bırakın hekimleri, tüccarları, vezirler, sultanlar sıraya girer. Ancak o Necaşi gibi
bir İmparatoru bile reddeder sadece ve sadece ALLAH'ın rızasını diler.
Ama taliplerin ardı arkası kesilmez. Kimi ayaklarına halılar serer... Kimi cevahirler döker... Yüz kızıl tüylü deveyi getirip kapısına bağlayanları mı sorarsınız, yoksa saray anahtarlarını önüne atanları mı?
Hifa Hatun bütün bunlara dönüp bakmaz bile, Efendimizin huzuruna çıkıp "Ey ALLAH'ın Resûlü" der, "bana cennete götürecek bir şeyler öğretsene." Doğrusu o
Peygamber Efendimiz'in (sallALLAHu aleyhi ve sellem) 'gündüzleri oruç tut' ya da 'geceleri namaz kıl' gibi bir tavsiyede bulunacağını sanır ama Server-i Kâinat "Önce evlenmen lâzım" buyururlar "zira bununla dininin yarısını emniyete alırsın!" Hifa, büyük bir teslimiyetle boynunu büker ve "siz kimi münasip görürseniz ben ona razıyım" der.
Mâlum, o sıradan bir hanım değildir ve onu nikahına alacak erkeğin de "özel"
olması gerekir. Lâkin Resûlullah (sallALLAHü aleyhi ve sellem) ne kimseye ümid verir, ne de kimsenin ümidini kırar. Her zamanki gibi basit ve pratik bir çare bulur "yarın sabah mescide ilk gelenle evlen" buyururlar. Bu teklifi herkesin hoşuna gider, talipler erken kalkmak için tedbirler düşünür, kendilerince hazırlık yaparlar.
Bu haberi elbette Hazret-i Suheyb de duyar ama dikkate almaz. Zira o fakir ve kimsesiz biridir. Evi yurdu yoktur ve karnını zor doyurur. Kah ağaç altlarına uzanır, kâh mescid gölgelerine kıvrılır. Uzun boyuna rağmen o kadar zayıftır ki, rüzgar sert esse ayaklarını yerden kaldırır.
Ama bakın şu işe ki o gece ALLAHü teâlâ bütün sahabelere derin bir uyku verir, Hifa Hatun'un talipleri gözlerine çöken ağırlığa yenilirler. Resulullah Efendimiz (sallALLAHu aleyhi ve sellem) her zamanki gibi imsak sökerken mescide gelir ve büyük bir merakla talihli sahabeyi bekler.
Nitekim mescidin eşiğinde bir gölge uzar ve Süheyb içeri girer. Resulullah Efendimiz namazdan sonra Hifa Hatunu çağırtıp neticeyi bildirir. Hazret-i Hifa büyük bir teslimiyetle kabul eder.
Efendimiz güzel bir hutbe okur ve nikah akidlerini yaparlar. Sonra şanslı sahabeye döner "Ey Süheyb" buyururlar, "şimdi hanımına bir hediye al ve tut elinden evine götür."Suheyb RadıyALLAHu anh ellerini çaresizlikle iki yana açar. "İyi ama" diye mırıldanır, "benim ne bir dirhem gümüşüm, ne de sığınacak evim var."
Hifa Hatun kocasının boynunu büktürmez, ona içinde on bin dirhem gümüş olan süslü bir heybe gönderir ve "filanca yerdeki köşkümü sana hediye ettim" der.
Alemlerin Efendisi çok hislenir onlara hayır dualar ederler.
Süheyb, o gün Medine sokaklarında dolanır durur, akşama doğru utana sıkıla konağa sokulur. Kendisi için hazırlanan muhteşem sofradan ya bir, ya iki hurma alır ve "Ya Hifa" der, "biliyorum sen benim için bulunmaz bir nimetsin, ben ise senin için sadece mihnetim. Ben şükretsem gerek, sen sabretsen gerek. İster misin şu geceyi taat ve ibadetle geçirelim zira Efendimiz (SallALLAHü aleyhi ve sellem) "Cennette yüksek bir çardak vardır. Orada yalnız şükredenlerle sabredenler otururlar." buyurdular.
Ve öyle de yaparlar. Seccadelerini gözyaşları ile ıslatır, kalplerini zikr ile aydınlatırlar. Cebrail Aleyhisselam olup biteni Resulullah Efendimize anlatır ve onları ALLAHü teâlânın cenneti ve cemaliyle müjdeler.
Ertesi sabah, namazdan sonra Efendimiz Suheyb'i yanlarına oturtur "Ey Süheyb" buyururlar "geceki halini sen mi anlatırsın ben mi anlatayım?" Süheyb gözlerini kucağına indirir, zor duyulan bir sesle "ALLAHın Resulü en iyisini bilir" cevabını verir.
Efendimiz onlara "ne mutlu size" gibilerinden bakar, "İkiniz de cennetliksiniz" buyururlar, "... ve ALLAHü teâlâyı göreceksiniz!" Süheyb derhal secdeye kapanır ve "Ya Rabbi!" diye yalvarır, "o ki beni mağfiret ettin, günahlara bulaşmadan canımı al!"
ALLAHü teâlâ bu yanık duayı kabul eder, Suheyb, secdede kalakalır. Mescidde bulunanlar ağlamaklı olurlar. Resulullah Efendimiz (sallALLAHu aleyhi ve sellem) "Size daha şaşılacak bir şey söyliyeyim mi? Şu anda Hifa Hatun da ruhunu Hakka teslim etti" buyururlar.
Namazlarını, yüzü suyu hürmetine yaratıldığımız o yüce Server kıldırır. İkisini yanyana toprağa bırakırlar. Baş uçlarına küçük bir tahta çakar. Birine "Şükredenlerden Suheyb" yazarlar, öbürüne "Sabredenlerden Hifa!"...

(bazı rivayetlerde süheyb ismi süheyl olarak geçiyor)